Fü ve Zü İfadeleri – Arapça
Fû ve Zû Kelimeleri Hakkında
Esma-i hamse olan bazı isimlerin irablanmasında bazı özel şartlar bulunmaktadır. Bu şartlardan biri de فُو kelimesinin irablanmasıdır. فُو kelimesi, ancak mim harfinden hâli olması durumunda esma-i hamse’nin irabıyla irablanabilir. Eğer فُو kelimesine mim harfi eklenirse, o zaman zahir harekelerle irablanır. Örneğin:
هَذَا فَمٌ حَسَنٌ (Bu güzel bir ağızdır.) رَأَيْتُ فَمًا حَسَنًا (Güzel bir ağız gördüm.) نَظَرْتُ إِلَى فَمٍ حَسَنٍ (Güzel bir ağıza baktım.)
Bir diğer özel şart ise ذُو kelimesinin irablanmasıdır. ذُو kelimesi, iki şart altında esma-i hamse’nin irabıyla irablanabilir:
- ذُو kelimesi “sahip” anlamında olmalıdır.
- ذُو kelimesi, izafe edildiği ismin cins ismi olması ve bu ismin zahir (açık) bir isim olması gerekir.
Eğer ذُو kelimesi “sahip” anlamında değilse veya izafe edildiği isim cins ismi değilse, o zaman ذُو kelimesi mebni olur. Mevsule olmayan ذُو kelimesine örnek olarak Ebu Tayyip el-Mütenebbi’nin şu sözünü verebiliriz:
ذُو الْعَقْلِ يَشْقَى فِي النَّعِيمِ بِعَقْلِهِ Akıl sahibi nimetler içinde aklıyla mutsuz olur.
وَ أَخُو الْجَهَالَةِ فِي الشَّقَاوَةِ يَنْعَمُ Cahil kişi mutsuzlukta nimetlenir.
Bu iki şart da ذُو kelimesi için özel şartlardır ve esma-i hamse’nin diğer dört şartından farklıdır.
Ayrıca, esma-i hamse’nin irablanmasında bazı genel şartlar da bulunmaktadır. Bu şartlar, esma-i hamse’nin ref alametinin vav olması için gerekli olan dört şarttır. Bu şartlar hakkında daha detaylı bilgi için esma-i hamse konusuna bakabilirsiniz.
فَصْلٌ فِي لَفْظِ فُو وَ ذُو
وَ أَمَّا الشُّرُوطُ الَّتِي تَخْتَصُّ بِبَعْضِهَا دُونَ بَعْضٍ؛
فَمِنْهَا: أَنَّ كَلِمَةَ فُوكَ، لاَ تُعْرَبُ بِهَذَا الْإِعْرَابِ إِلاَّ بِشَرْطٍ أَنْ تَخْلُوَ مِنَ الْمِيمِ، فَلَوِ اتَّصَلَتْ بِهَا الْمِيمُ أُعْرِبَتْ بِالْحَرَكَاتِ الظَّاهِرَةِ، تَقُولُ؛ هَذَا فَمٌ حَسَنٌ، وَ تَقُولُ؛ رَأَيْتُ فَمًا حَسَنًا، وَ تَقُولُ؛ نَظَرْتُ إِلَى فَمٍ حَسَنٍ. وَ هَذَا شَرْطٌ زَائِدٌ فِي هَذِهِ الْكَلِمَةِ بِخُصُوصِهَا عَلَى الشُّرُوطِ الْأَرْبَعَةِ الَّتِي سَبَقَ ذِكْرُهَا
وَ مِنْهَا: أَنَّ كَلِمَةَ ذُو، لاَ تُعْرَبُ بِهَذَا الْإِعْرَابِ إِلاَّ بِشَرْطَيْنِ؛ اَلْأَوَّلُ: أَنْ تَكُونَ بِمَعْنَى صَاحِبٍ، وَ الثَّانِي: أَنْ تَكُونَ الَّذِي تُضَافُ إِلَيْهِ اسْمَ جِنْسٍ ظَاهِرًا غَيْرَ وَصْفٍ، فَإِنْ لَمْ تَكُنْ بِمَعْنَى صَاحِبٍ، بِأَنْ كَانَتْ مَوْصُولَةً، فَهِيَ مَبْنِيَّةٌ وَ مِثَالُهَا غَيْرَ مَوْصُولَةٍ قَوْلُ أَبِي الطَّيِّبِ الْمُتَنَبِّي؛
ذُو الْعَقْلِ يَشْقَى فِي النَّعِيمِ بِعَقْلِهِ
وَ أَخُو الْجَهَالَةِ فِي الشَّقَاوَةِ يَنْعَمُ
وَ هَذَانِ الشَّرْطَانِ زَائِدَانِ فِي هَذِهِ الْكَلِمَةِ بِمَخْصُوصِهَا عَلَى الشُّرُوطِ الْأَرْبَعَةِ الَّتِي سَبَقَ ذِكْرُهَا
وَ أَمَّا الشُّرُوطُ şartlara gelince, الَّتِي öyle şartlar ki; تَخْتَصُّ hastır, بِبَعْضِهَا esma-i hamseden bazılarına, دُونَ بَعْضٍ bazıları hariç, فَمِنْهَا ve kendisine has şartları olan esma-i hamseden olanlardan bir tanesi; فُوكَ “Senin ağzın” lafzındaki فُو lafzıdır, لاَ تُعْرَبُ bu lafız irablanmaz, بِهَذَا الْإِعْرَابِ esma-i hamse’nin irabıyla, إِلاَّ بِشَرْطٍ ancak bir şartla esma-i hamse’nin irabıyla irablanabilir, أَنْ تَخْلُوَ hali olması yani mücerred olması durumunda, مِنَ الْمِيمِ mim harfinden, فَلَوِ اتَّصَلَتْ بِهَا الْمِيمُ şayet فُو lafzına mim bitişirse, أُعْرِبَتْ irablanır, بِالْحَرَكَاتِ الظَّاهِرَةِ zahir harekeler ile, تَقُولُ şöyle dersin; ref hali için; هَذَا فَمٌ حَسَنٌ “Bu güzel bir ağızdır” diye, nasb hali için; رَأَيْتُ فَمًا حَسَنًا “Güzel bir ağız gördüm” diye, cerr hali için; نَظَرْتُ إِلَى فَمٍ حَسَنٍ “Güzel bir ağıza baktım” dersin, tıpkı müfred munsarif isimler gibidir. Bazı kitaplarda حَسَنٌ lafzını “güzel” yerine alem isim olarak “Hasan” şeklinde kullanmışlardır. Bu durumda misaller; هَذَا فَمُ حَسَنٍ “Bu Hasan’ın ağzıdır” ve رَأَيْتُ فَمَ حَسَنٍ “Hasan’ın ağzını gördüm” ve نَظَرْتُ إِلَى فَمِ حَسَنٍ “Hasan’ın ağzına baktım” gibidir. Ancak حَسَنٌ lafzını “güzel” olarak ele aldık çünkü Hasan’ın ağzını niye konu edinelim?! وَ هَذَا شَرْطٌ زَائِدٌ bu şart zaiddir, فِي هَذِهِ الْكَلِمَةِ bu فُو kelimesi için, بِخُصُوصِهَا ona has olmakla beraber, عَلَى الشُّرُوطِ الْأَرْبَعَةِ dört şartın üstüne, الَّتِي سَبَقَ ذِكْرُهَا o şartlar ki (esma-i hamse’nin ref alametinin vav olması için gerekli olan 4 şart) bahsi geride geçti. وَ مِنْهَا ve yine kendisine has şartları olan esma-i hamseden olanlardan bir diğeri de; أَنَّ كَلِمَةَ ذُو zû kelimesinin oluşudur, لاَ تُعْرَبُ bu zû lafzı irablanmaz, بِهَذَا الْإِعْرَابِ esma-i hamse’nin irabıyla, إِلاَّ بِشَرْطَيْنِ ancak iki şartla irablanır, اَلْأَوَّلُ birincisi; أَنْ تَكُونَ zû lafzının olmasıdır, بِمَعْنَى صَاحِبٍ sahip manasında, وَ الثَّانِي ikincisi ise; أَنْ يَكُونَ olmasıdır, الَّذِي o şeyin ki, تُضَافُ إِلَيْهِ izafe ediliyor, اسْمَ جِنْسٍ cins isme, ظَاهِرًا zahir olan yani zamir olmayan, غَيْرَ وَصْفٍ vasıf olmayan, müştak olmayan, camid olan, فَإِنْ لَمْ تَكُنْ eğer zû lafzı olmazsa, بِمَعْنَى صَاحِبٍ sahip manasında, بِأَنْ كَانَتْ مَوْصُولَةً mevsule olursa, فَهِيَ مَبْنِيَّةٌ o da mebnidir, وَ مِثَالُهَا غَيْرَ مَوْصُولَةٍ mevsule olmayan yani sahip manasında olan zû’nun misali; قَوْلُ أَبِي الطَّيِّبِ الْمُتَنَبِّي Ebu Tayyip Mütenebbi’nin sözündeki gibidir; ذُو الْعَقْلِ akıl sahibi, يَشْقَى mutsuz olur, şekavete girer, yoldan çıkar, فِي النَّعِيمِ nimetler karşı, بِعَقْلِهِ aklıyla, وَ أَخُو الْجَهَالَةِ ve cehaletin kardeşi (cahil olan kimse), فِي الشَّقَاوَةِ mutsuz olmakta, şekavette, yoldan çıkmakta, يَنْعَمُ nimetlenir, yani: “Akıl sahibi nimetler içinde aklıyla mutsuz olur, cahil kişi mutsuzlukta nimetlenir” gibi.وَ هَذَانِ الشَّرْطَانِ زَائِدَا bu iki zaid şart, فِي هَذِهِ الْكَلِمَةِ bu zû kelimesindeki, بِمَخْصُوصِهَا zû lafzına mahsustur, عَلَى الشُّرُوطِ الْأَرْبَعَةِ dört şart üstüne, الَّتِي سَبَقَ ذِكْرُهَا o şartlar ki bahsi geride geçti.
Fû ve Zû Lafızları Hakkında Bir Fasıl
Esma-i hamse olan isimlerden bazıları için has olan şartlara gelince; فُو lafzı o esma-i hamselerdendir. فُو lafzı mim harfinden hâli olması şartıyla esma-i hamse’nin irabıyla irablanabilir. Şayet فُو lafzına mim harfi bitişirse o zaman lafız zahir harekeler ile irablanır, misalleri şöyledir;
هَذَا فَمٌ حَسَنٌ
“Bu güzel bir ağızdır” ve,
رَأَيْتُ فَمًا حَسَنًا
“Güzel bir ağız gördüm” ve,
نَظَرْتُ إِلَى فَمٍ حَسَنٍ
“Güzel bir ağıza baktım” dersin. Bu şart فُو lafzı için mahsus olan ve bahsi geriden geçen dört şart üzerine zaid bir şarttır.
Bir diğer lafız ise ذُو lafzıdır. Bu lafız iki şart olmaksızın esma-i hamse’nin irabıyla irablanmaz. Şartların ilki; ذُو lafzının “sahip” manasında olmasıdır. İkinci şart ise; bu ذُو lafzının zahir, nüştak olmayan (camid olan) cins bir isme izafe ediliyor olmasıdır. Eğer ذُو lafzı sahip manasında olmazsa, mevsule olursa o zaman zaten mebni olur. Mevsule olmayan ذُو lafzının misali ise Ebu Tayyip el-Mütenebbi’nin şu sözlerinde olduğu gibidir;
ذُو الْعَقْلِ يَشْقَى فِي النَّعِيمِ بِعَقْلِهِ
Akıl sahibi nimetlerde aklıyla mutsuz olur,
وَ أَخُو الْجَهَالَةِ فِي الشَّقَاوَةِ يَنْعَمُ
Cahil kişi mutsuzlukta nimetlenir
Gibidir. Bu iki şart ذُو lafzına has olup, geride bahsi geçen dört şart üzerine zaid bir şarttır.
التعليقات و التخشيات على المواضع المتعلقة
اَلْجِنْسُ؛ هُوَ مَا يَصْدُقُ عَلَى قَلِيلٍ أَوْ كَثِيرٍ، مِثْلُ؛ جَاهٍ، شَرَفٍ، عِلْمٍ. خَرَجَ بِاسْمِ الْجِنْسِ الْعَلَمُ وَ الْجُمْلَةُ؛ فَلاَ يُقَالُ؛ أَنْتَ ذُو مُحَمَّدٍ أَوْ ذُو تَقُومُ. لِأَنَّ ذُو صِلَةٌ لِلْوَصْفِ بِالْأَجْنَاسِ، وَ الْعَلَمُ لاَ يُوصَفُ بِهِ وَ الْجُمْلَةُ تَصْلُحُ بِنَفْسِهَا أَنْ تَكُونَ صِفَةً. وَ خَرَجَ بِالظَّاهِرِ الضَّمِيرُ؛ فَلاَ يُقَالُ؛ اَلْفَضْلُ ذُوهُ أَنْتَ، لِأَنَّ الضَّمِيرَ لاَ يُوصَفُ بِهِ. وَ خَرَجَ بِقَوْلِهِ {غَيْرَ وَصْفٍ} الصِّفَةُ؛ فَلاَ يُقَالُ؛ أَنْتَ ذُو فَاضِلٍ، لِصَلاَحِيَّةِ الْمُشْتَقِّ لِلصِّفَةِ بِنَفْسِهِ وَ مَا سُمِعَ مِنْ إِضَافَةِ الْعَلَمِ وَ الْجُمْلَةِ، نَحْوُ؛ اِذْهَبْ بِذِي تَسْلَمَ، أَيْ: اِذْهَبْ فِي وَقْتِ صَاحِبٍ سَلاَمَةٍ، وَ الضَّمِيرُ نَحْوُ؛ إِنَّمَا يَعْرِفُ ذَا الْفَضْلِ مِنَ النَّاسِ ذَوُوهُ، وَ قَوْلِهِمْ؛ اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ ذَوِيهِ، فَهَذَا كُلُّهُ نَادِرٌ، وَ النَّادِرُ لاَ حُكْمَ لَهُ. وَ قِيلَ؛ الضَّمِيرُ شَاذٌّ